Kahramanmaraş'ın
Afşin İlçesi... Afşin'in Berçenek Köyü... Köyün sahibi tek kişi, yani bir ağa.
Köydeki Zeynel Cırık, ağaya çalışan bir ırgat. Ana Döndü ise ot toplayarak
ailenin karnını doyurmaya çalışan cefakar bir kadın.
Bunların 1940
yılında bir oğulları oluyor, adını Şerif koyuyorlar. Şerif adı 1940 ın Mart
ayında vefaat eden Büyük Amcalarının adını yaşatmak amacıyla aynı yılın Ağustos
ayında yeni doğan oğullarına veriliyor. Büyük Amca Şerif saz yapar, çalar ve şiirler
okurmuş.
-
1939 yılında Afşin' e bağlı Berçenek köyünde doğduğumu söyler
büyüklerim.
O
sıralarda doğum tarihi kimin umurunda ki... Bu yüzden Şerif'in
doğum tarihi 1939 yerine 1940 yazılıyor. Berçenek nasıl bir köy?
İşte anlatıyor Mahzuni:
-
Köyde ilkokul yokmuş o zamanlar. Belli bir yaşa gelen çocuklar Elbistanın Alembey
Köyü'nde Hacı Lütfi Efendi' nin açtığı Hafız Kuran kursuna gidermiş.Yaşım, öğrenim
çağına geldiğinde babamın isteği üzerine ben de Lütfi Efendinin medresesinde hafız
kursuna devam etmek üzere Alembey köyüne gittim, geldim... Bizim çevremizde kocaman
bir yobaz bulutu döner. Hacı Lütfi Efendi hiç çekinmeden, canının istediği şekilde,
bilmediğimiz dillerle, bilmediğimiz isimlerle fetvalar verirdi durmadan. Arapçayı
o zaman öğrendim. Şimdi Arapça yazıp okuyabiliyorum. Lütfi Efendinin medresesinde
üç buçuk sayfada kaldım...
-
Derken köye eğitmen, ardından öğretmen verildi. Devam ettiğim ilkokulu süresinde
bitirdim.
Asker
olmak istedi:
-
Gün oldu gönül bir şeye takıldı. O da şu: Arada sırada Afşine, Elbistana subay
kıyafetiyle dolaşan genç çocuklar görürdüm. Bunlar assubay okulu öğrencileri idi.
Çevrenin etkisiyle olacak, askerliğe karşı büyük ilgim vardı. Tutturdum, ille
ben de assubay olacağım, diye. Bu isteğim yerine geldi. Öğrenim görmek, "subay
olmak" için Mersin 3.Assubay Hazırlama Okuluna başladım.
-
Bu arada şunu da belirteyim: Ben daha 10-12 yaşında önlüklü bir ilkokul öğrencisi
iken dayımın kızı Emine ile nişanlanmıştım, yine babamın ve akrabaların isteğiyle.
İmam nikahı ile evlendiği birinci karısı Emine'den Züleyha adında bir kızları
olur.
-
1956 yılında girdiğim Mersin Assubay Hazırlama Okulunu 1959'da iftiharla
bitirdim. Ordonat Tekniker sınıfına ayrılarak sınıfına ayrılarak Ankaraya Ordonat
Tekniker Okuluna geldim. Bu okul şimdi benim yargılandığım okuldur; işin daha
ilginç yanı, bugün yargılandığım salon benim sınıfımdı. Burada çok kısa süren
bir eğitim-öğretimden sonra Sivasa gönderildim. Ekreol Tepede beş ay stajerlik
yaptım.
-
1960'ta ihtilalde payımız oldu. Cemal Babanın emrinde biz bir grup genç
silahlandırıldık. Dışkapı bölgesi bize verildi. Yıl 1960 ın kasımı oldu. Bugün
yargılandığım eski okulumun meydanında bana ilk Atatürk ödülü verildi. O günün
hatırası olarak. Günün Ordonat Daire Başkanı Reşat Ülgenalp in imzaladığı ve gözlerimi
öperek verdiği kitabı hala saklarım.
-
27 Mayısın verdiği ruhla olacak askerliği daha da sevmeye başladım. Başarılarım
beni bir yere doğru hızla sürüklüyordu.
-
Gün geçti ben de "HALKÇILIK" ruhu daha ağır basmaya başladı. Bu arada dayımın
kızı Emine ile evlenmiştim. Bir kızımız olmuştu. Mutlu değildim, anamın babamın
kararı ile zorla evlenmiştim. Çok sürmedi bu. İmam nikahı ile evlendiğim karımı
bir mektupla boşadım.
-
Şimdi bağımsızdım bir ölçüde. Halçılık ruhu beni başka yerlere sürüklemeye başlamıştı.
Sazı 1955-56 yıllarında okuldayken öğrenmeye başlamıştım. Şiirler yazmağa, türküler
söylemeye başladım. Buda pek uzun sürmedi. Okulu terk etmek zorunda kaldım.
-
1961 yılıydı. Ankara'da İtalyan asıllı Sovina (Suna) isimli bir kızla tanıştım.
Onunla evlenmeye karar verdim. Daha 14 yaşındaydı Suna o zamanlar. Yasalara göre
evlenmemiz mümkün değildi. Suna'yı kaçırıp, köye götürdüm... Annesi, babası şikayet
etmiş... Bir yandan 14 yaşındaki kız kaçırmış bir kişi, bir yandan okul kaçağı,
bir yandan da askere gitme çağı gelmiş bir asker kaçağı olarak aranıyordum.
Bu
aşk, gazetelere bile geçer. Mahzuni, adını Suna yaptığı Sovina'yı çok sever. Bu
evlilikten Ferhat, Şirin ve Emrah adlı üç çocuğu olur.
Suna ve Oğlu Emrah
1964
yılında dünyaya gelen oğulları Emrah henüz bir kaç aylıkken Mahzuni, Suna ve Emrah'ı
Babası Zeynel'e emanet ederek, vatani görevini yapmak üzere askere gider. Bu arada
hastalanan Emrah'ı, o zamanlar iki Çocuk Doktorunun bulunduğu Elbistan'a götürürler.
Doktor tarafından hiçte iyi karşılanmazlar. Bu olay mektupla askerde bulunan Mahzuni'ye
bildirilir. İşte tüm Türkiye'nin tanıdığı ''Acı doktor bak bebeğe / Berçenekten
yaya geldim'' Türküsü o günkü olaya aitdir.
Acı
doktor bak bebeğe / Berçenekten yaya geldim - Türküsü
Gel
gör ki Suna, Mahzuni'nin bir arkadaşı tarafından kandırılır, evi
terk eder.
-
İkinci eşim Suna'ydı. Önce ikiz doğurdu. Ferhat ve Şirin koydum adlarını. Bir
de Emrah geldi arkalarından. Seviyordum onu. Ama, arkadaşlarım (!) kötü yola sevkettiler
onu. Şimdi çeşitli pavyonlarda şantözlük yapıyor.
Suna nerden geliyor / Öldürmez bu yara beni - Türküsü
- Yıllar
yılları kovaladı. Sazımla baş başa kaldım. Ankara' da oturuyordum. Saz çalarak,
şiir yazarak kendimi yetiştirmeye çalışıyordum.
-
Serüven serüven üzerine geldi, geçti... Yıl 1963 oldu. "Doğuda Kıtlık Var"
ın yazarı Halil Aytekin' le tanıştık. Onun aracılığı ile Fikret Otyam' ı bulduk...
Benim ilk gazeteci dostum Fikret Otyam oldu. Yardım etti bize. Hürriyet Gazetesinden
Cüneyt Arcayürek' e gönderdi. Basından benim hakkımda ilk yazı Cüneyt Arcayürek
'in imzası ile Hürriyette çıktı.
-
Bu dönem TİP' in kuruluş yıllarına rastlıyordu. TİP yöneticileriyle ilişki kurduk.
Bize yalnız onlar sahip çıkıyordu. Başka kimseyi tanımıyorduk, bizimle ilgilenen
yoktu.
-
Bir Aşıklar Derneği kurmamız gerekti. Nedeni de şu idi. Türkiye de halk ozanalrı
sürekli ezilmişlik, yoksulluk içinde yaşamışlardı. Bu durumdan tamamen olmasa
da kurtulmaları gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptık. Aşıklar
Derneğini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çeşitli yerlerde konserler vermeye çalıştık.
Bu çabalarımızda da başarılı olduk. Dost Fikret Otyam' ın ve Gazeteciler Sendikası'
nın desteği ile konserler verdik.
- Soldan Sağa :
Veli Pamuk, Mahzuni Şerif, İsmail Pamuk, Feyzullah Çınar, Mahmur Erdal
- Ortada: Rıza Aslandoğan, Kulahmet, Osman Dağlı. - Yıl 1967 -
- Zamanın turizm
bakanı Nurettin Ardıçoğlun' a çıktık, yardım istedik. O zaman TRT doğrudan turizm
bakanlığına bağlı idi. Radyodan N.Ardıçoğlu' nun direktifi üzerine Aşık İhsani'
ye Kul Ahmed' e ve bana söyleme izni verildi. Sendikanın desteği ve yardımıyla
konserler verdik. Bunların en önemlisi Büyük Sinemada verdiğimiz konserdi. Büyük
ilgi toplamıştı. Çabamıza destek oldu. Ondan sonra sesimizi yavaş yavaş duyurmaya
başladık. Ve bu da uzun sürmedi sonunda... Önceleri ozanların seçildiği Türk Halk
Ozanları Derneğinin başına avukatlar getirilmeye başladı. İlk kadersizliğimiz
bu oldu. Dağıldık ondan sonra da...
Bu
aralarda bir de Plak firması kurar.
-
Kazanmaya başladığım paralarla 1968'de kendi adıma bir plak firması kurdum. Ama,
ortaklarım Ayhan Coşkun ve Abas Sütçü'yle kısa zamanda batırdık."
Mahzuni Fatma İle
Evleniyor
Fatma
Özdemir. Fatma, Elbistanlı'dır ve uzaktan Mahzuni ile akrabadır.
Mahzuni,
Fatma'yı beğenir, sever ve ister. Gel gör ki ailesi, çocuklu ve başı belalı bir
adama kız vermek istemezler. Sonunda Fatma, Mahzuni ile evlenir. Yıl 1971'dir.
Fatma, Mahzuni'nin şiirlerine Fadime olarak girer.
Fadimem
- Türküsü
-
Bana bir mücadele gerekiyordu. Kime ve neye karşı? Gün geçtikçe
görerek, duyarak, sezinleyerek, okuyarak bunu daha iyi anlamaya
başladım. Bütün benliğimle kendimi saza verdim. Çalıyordum, söylüyordum
ama çalışmalarıma bir yöntem vermem gerekiyordu.
1971
yılında askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti devrilmiş, Nihat Erim başkanlığında
bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet sol kesime karşı şiddetli baskı uygulayınca
Mahzuni Şerif türküyü patlatmıştı. Çıkardığı 45'lik plak, 'Erim erim eriyesin/Sürüm
sürüm sürünesin' diyordu.
Ne demek o zaman başbakana böyle türkü yakmak.
Hemen tutuklanır ve 10.5 ay cezaya çarptırılır.
Mahzuni Hapiste
-
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını protesto için, "Erim Erim eriyesin"
diye bir Türküden yargılanırken, Mahkeme Baskanı, "Erim'in plağının çalınmasını"
istedi. Olayın ilginç yanına bak!
Erim
erim eriyesin - Türküsü
-
Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orda. Plağı koydular.
Hakim, yargılamayı unutmuş, kalemi almış eline tempo tutuyor!
Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce hakim beni azarladı. Savcı
da ona katıldı. "Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor" dedi. Siz
olsanız nasıl gülmezsiniz?
-
O zaman rahmetli Başbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi.
-
"Bir halk ozanı, Başbakan'ı sevmek mecburiyetinde değildir." gibi bir ifadede
bulunuyordu. Erim, şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim. Olmadığı için 10.5 ay yattım.
Yıl
1972. Mahzuni Şerif, elinde sazı, Sivas'ın Sivrialan Köyü'ne Aşık Veysel'i
ziyarete gider. Aşık Veysel'e Mahzuni'nin geldiğini söylerler. Mahzuni içeri girince
Veysel Baba ayağa kalkar.
Yanındakiler şaşırırlar. Çünkü Aşık Veysel
o tarihe kadar kimseyi ayakta karşılamamıştır. Veysel Baba'ya neden Mahzuni'yi
ayakta karşıladığını sorarlar. Veysel Baba'nın cevabı çok açıktır:
-
'Susun, gelen Pir Sultan olsa gerektir!'
Mahzuni
bu, durmaz ki bu kez 1973 yılında halkı suça teşvik etmekten tutuklanır. Ankara'da
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanır.
Fatma
Hanım, o günleri anlatırken diyor ki:
- 'Mahzuni
ile evliliğimizden Derya, Ali, Şeyda ve Yetiş adlı dört çocuğumuz oldu. Gel gör
ki çok çektik. Evlendikten 6 ay sonra onu tutukladılar. Derya'nın doğduğu gün
tahliye oldu. Çocuk 27 günlük iken yeniden tutukladılar.
- Antep'teyiz... Neşet Ertaş evimize misafir gelmiş. Geceleyin
köylü kıyafeti giymiş birileri geldiler, Mahzuni'yi aldı götürdüler.
Polis, jandarma onun peşinde. Sanki ülkeyi biz batırmışız. Öyle
bir baskı, öyle bir baskı. Mahzuni bir gün dışarıda ise iki gün
içeride. İşte böyle geçti hayatımız.'