İŞKENCEDE KOPAN TEL (
Mahzuni Şerif'in dilinden )
"Ben
bu sazı elime alıp ta, inlemesine, tınlamasına düşüncelerimi katışım neredeyse
elli yılı bulmaktadır. Ve bu sazımın yüzünden az mı dayaklar yedim, az mı küfürler
işittim, en azından ağzımda dişlerim vadesi ermeden teker teker düşürüldü. Aslına
bakarsan sazımın değil, sazıma kattığım düşüncelerden dolayı bunca zahmetleri,
küfürleri, hakaretleri, hapislikleri çektim. Sanıyorum bunların tümü, bulunduğum
ülkede yerine oturmamış bir sözde demokrasi ve her bozulduğunda, kendisinden daha
bozuk olan yönetimler getiren rejimler zinciri olmuştur." Evet
Mahzuni Şerif bir yazısına böyle başlıyordu. Ve çok iyi bildiğimiz bir türküsünde
acısı böyle yansıyordu şiirine. Darıldım
darıldım ben sana canım Böyle mi olacaktı Vuruldum vuruldum baksana
kanım Yerde mi kalacaktı Hapishane
içinde minderim kana battı Yahu bu ne haldir öldüm yedi yıldır... Gardiyan
çekip gitti Dağ gibi bağ gibi ömrüm benim ne çabuk söndü bitti.
Vatanına
sıkı sıkı bağlı bir ozanın kollarına zincir vurulması, ozanın yüreğine açılacak
yaranın en büyüğü olsa gerek.. Ve
"Geldiğim doğru gittiğim yalandır" diyordu. Bir
söyleşi üzerine Mahzuni Şerif şöyle devam ediyor: -
Devlet Sanatçisi" teklifi almadınız mı? -
Devlet benim ödülümü sıkıyönetim dönemlerinde tırnaklarımı çekerek verdi! -
Kaç yıl yattınız? -
Peyder pey beş yılın üstünde.
- Çok
işkence gördünüz mü peki? -
Çook. Benim mesela gördüğüm iskenceden dolayı on tırnağımın onu da düştü. -
Çektiler mi? -
Falakalardan, tabanlarıma vurdukları o sert cisimle tümden uldu! -
Uldu mu? -
Uldu tabir ederiz. Çürüdü tırnaklarım, çekmek zorunda kaldılar. -
Başka? -
Ayağımdan asılmalar, cereyan vermeler, gözü bağlı olarak her türlü hakaretlere
maruz kaldım. Ama bir gün ben kalkıp o sopadan bahsetmedim. -
Neden? -
Çünkü o bahsetmem gereken sopa, devletin kendi sistemiydi.
- Daha sonra türkülerinizden etkilenip, özür dileyen iökenceci oldu mu? -
Hayır. -
Aksine o kadar işkence çekmeme rağmen özür dilemesi gerekenler, benim devletten
özür dilemem gerektiğini söylediler! -
Pişmanlık duydunuz mu hiç? -
Eğer pişmanlık duysaydım, Aşık Mahzuni Şerif olmazdım.
- Ne
soruyorlardı? -
En çok Alevilerin hangi örgüte bağlı olduklarını soruyorlardı. Alevi oluşum, suçumu
daha çok arttırıyordu benim. Bir de Deniz Gezmiş'lerin dönemindeki yürüyüşlere
sazımla katılmama bozuluyorlardı. -
Peki bunca acı, işkence, dışlanma, korku sizi "uslandırma"dı mı? -
Aksine daha da bileyledi. Çünkü eğer gerçekten halk ozanıysanız yasadığınız toplumsal
gerçeklere dikkat çekmek ve o acıları paylaşmak zorundasınız. Ve
Mahzuni Şerif'in hapishane yılları... "Hapislik
kahrolası bir hayat tarzıdır. Özğür bir insanın hiç bir zaman hapis yatmak için
budalaca düşüncesi olamaz. Ancak başa geldiği zaman bundan kaçmak gibi bir ayıbı
da olamaz. Ben hapisteyken en çok henüz bir yıllık eşim Fatma'yı ve hapisteyken
doğan kızım Derya'yı düşündüğümün yanı sıra her gün dipçikler altında ezilen
Anadolu insanını, memleketi için canını veren gençlerin yediği idamları ve toprağımda
dalgalanan yabancı bayrakları düşündüğümde kahroluyordum. Ve bu kahroluşum henüz
bitmiş değil. Çünkü saydıklarımın çoğunu mahpusluğun dışında da tatmaktayım. Ülkem
bana zaman zaman mahpus gibi geliyor." Ve
devam ediyor... Hiç
bir geçmis günün iyiliğinden bahsedilemez. Hele de acılarla geçmiş günler hatırlanmak
bile istenmez. Ben mahpus yıllarımı hayatımın en zor günleri olarak anımsıyorum
ama, bunun yanında çok önemli bir misyonun görevi içinde olduğum için, o günleri
birer şeref ve onur belgem olarak muhafaza etmekteyim. Çünkü zulme ve baskıya
kafa tutan her düşünce kutsaldır. Buna biraz daha diyalekt olarak bakarsak, her
yeni gün gelecekler için daha devingendir. İnsanların hayatında umutlar ne kadar
güzel geleceklere gebeyse, zulüm ve kötülükler de aynı oranda gelecekte daha kötü
olmak için bir devinim gösterirler. Bu nedenle, bugün ya da dünler için aktif
yaşamda değisen her hadiseyi olağan karşılıyorum. Evet
elektrik verdiler, tırnaklarını çektiler, dişlerini söktüler, küfürler savurdular. Kolay
değildi ozan olmanın bedeli. Bu
kadar acıdan sonra Mahzuni Şerif'in diyeceği tek söz kalmıştı geriye. "
Bizim suçumuz şerefimizdir." Mahzuni
Şerif'in bu kara düzende yasadığı iki komik olayı yine kendi dilinden sizlere
aktarıyorum. Allah
Türkçe bilmiyor mu? -
Şimdi "Hey Arapça okuyanlar/Allah Türkçe bilmiyor mu?"nun sözcüğü, hukuken yasak
olmadığı halde , 70'li yıllarda "Solcu Aşık Mahzuni Şerif" namıyla dolaştığımdan,
Savcı; "Efendim Allah Türkçe bilmiyor mu?" demekle, Allah'ı dil, dudak, kafa sahibi
ediyor. Bu bir insan oluyor. İnsan olunca tabii maddeci görüşe Tanrıyı insan yaratır.
Mahzuni bunu yaymak istiyor."dedi.
- Ben de savunmamda, "Tanrının çok daha kadır olduğunu, ama avukatlık müessesinin
de tanıtılması gerekiyor. İste her ulusun hukukunda avukatlık, mazlumun hakkını
simgeleyen bir temsilcidir. Burda Tanrı müvekkil durumundadır, Savci avukat durumundadır.
Halbuki o daha küçültüyor. Tanrı, kendi hakkını kullanmıyor, avukata devrediyor"
dedim. -
Son olarak da şunu söylemiştim: "Tamam adalette bir nizam vardır, yüzleştirme
olayı. Getirin Tanrı'yı benden şikayetçiyse, ben de hakkıma razıyım."dedim. -
O zaman da, "Aklımın yerinde olup olmadığına" dair rapor istediler. Erim
Erim Eriyesin -
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını protesto için, "Erim Erim eriyesin"
diye bir Türküden yargılanırken, Mahkeme Baskanı, "Erim'in plağının çalınmasını"
istedi. Olayın ilginç yanına bak! -
Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orda. Plağı koydular. Hakim, yargılamayı
unutmuş, kalemi almış eline tempo tutuyor! Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce
hakim beni azarladı. Savcı da ona katıldı. "Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor"
dedi. Siz olsanız nasıl gülmezsiniz? -
O zaman rahmetli Başbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi. -
"Bir halk ozanı, Başbakan'ı sevmek mecburiyetinde değildir." gibi bir ifadede
bulunuyordu. Erim, şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim. Olmadığı için 10.5 ay yattım.
Yazan:
OLCAY YILMAZ - 04. 04. 2003 |